5 Mart 2015 Perşembe

İlk aldatılışım, ceket cebindeki simkart

Evlendiğimize 2-2,5 yıl olmuş. Çok tartışmışız o güne kadar, çok yıpratmışız ilişkiyi. Bir de çocuğumuz olmuş. Hayat zorlaşmış, telaş artmış, sorumluluklar çoğalmış. Aramızda sevgi hala var ama ufak çaplı hasarlar almış işte. Öyle bir dönem.

Müzikle ilgileniyor T., daha önce söylemiş miydim? Gitar çalıyor. İlk tanıştığımızdan beri öyle evde, kendi kendine hobi olarak çaldığı gitarı, o dönemlerde, canlı müzik yapan arkadaşlarının yanında takılarak geliştirme hevesine kapılıyor. Bu yetmiyor bir de enstrüman falan satan bir yerde gitar dersleri vermeye başlıyor. Gitar dersleri genelde ikindiden sonra, akşamüstü oluyor. Canlı müzikse tabii ki geceleri. Haftanın beş altı günü derse gidiyorum diye akşama doğru çıkıyor, saatlerce ortada yok, yine iki üç gün de geceleri canlı müzikte, yok. Ben evde bebekle bir başıma. Aylar geçiyor böyle. Sadece gece vakti saatlerce evde olmaması değil mesele, hali tavrı da bir tuhaflaşıyor adamın. Şüpheyle, acıyla kıvranıyorum ama kucağımda küçücük bebekle ne yapabilirim ki? Arabam da yok o zamanlar. Bir gün gardroptaki kıyafetlerinin ceplerini kontrol etmek düşüyor aklıma. Ve tataaaaa, bilin bakalım ne buluyorum? Bir simkart. O eve gelene kadar deli gibi dönüp duruyorum evin içinde. Bastığım yeri bile bilmiyorum. Nihayet geliyor eve. Bir hışımla açıklama istiyorum. Tak telefona, aç şu kartı diye emrediyorum. Açası yok ama kesin kararlıyım, açacak. El mecbur açıyor. İçinde bir sürü aşk mesajları. Aklımı oynatıyorum. Çıldırıyorum zannediyorum. Benim değil bu kart diyor, E. nin. E. dediği bir arkadaşı, 30 küsur yaşında, işe yaramaz, gereksiz herifin teki. Allah Allah ne işi var E.nin kartının senin gardropta, aylardır giymediğin ceketinin cebinde diyorum. E. nin babasıyla arası bozuk, bu kızı istemiyormuş ailesi, kartı bulurlarsa sorun olur diye saklamam için bana verdi diyor. Daha inandırıcı bir yalan bulamadın mı diyorum. Koskoca herif, çocuk gibi babasından korkacak, ayrıca minnacık bir simkartı evinde saklayacak yer bulamayacak, sana emanet bırakacak öyle mi? Bunu utanmadan bana anlatıyorsun ve benim de inanmamı bekliyorsun ha, diyorum. E. ile yüzleştireyim seni, madem bana inanmıyorsun o anlatsın diyor. Tamam diyorum, ertesi sabah E. ile konuşuncaya kadar evdeki tüm telefonları, kartları yanıma alıyorum, gizliden E. ye haber uçurmasın diye. Gece sabaha kadar da simkarttaki kıza, "Bana adımı söyle, senden duymayı çok seviyorum ismimi" kıvamında mesajlar çekiyorum. Çünkü gerizekalı kız, karttaki onca mesajın içinde bir kere bile mesajı yazdığı kişinin ismini belirtmemiş. Kızdan bir cevap gelse T. diye veya E. diye ona göre her şey çözülecek. Ama yazmıyor kız benim istediğimi. Sabah beraber gidip E. yi alıp bizim eve getiriyoruz. E. de aynı kocamın söylediklerini söylüyor. Ondan daha önemlisi simkartı telefonuna takıyor ve tıktık pin kodunu giriveriyor. Halbuki benimki pin kodunu bir kağıttan bakarak girmişti. Kart gerçekten E.nin olabilir demek ki. Tabii benim adam onu bir şekilde uyarmadıysa. Nasıl uyarsın ki? Gece boyu telefonların hepsi benim yanımdaydı ve hemen hemen hiç uyumadım zaten. Sabah olunca da gözümü üstünden ayırmadım. Tek bir şey kalıyor. Akşam eve ilk geldiğinde, konuyu biraz konuştuktan sonra tuvalete girmişti. Ve ben o sırada çıldırmış bir halde olduğumdan telefonuna el koymayı akıl edecek durumda değildim. İşte o sırada telefonu yanında götürmüş, E. ye alelacele bir mesajla durumu anlatmış olabilirdi. İhtimaller ihtimaller. Sonra kızla da konuştum, kesinlikle zannettiğim gibi bir şey olmadığını, kendisinin E. ile sevgili olduğunu, benim içimi ferah tutabileceğimi söyledi orospu hazretleri. İyi bari dedim, içimi ferah tutayım o zaman. İnanmak istedim belki de başta kocam olmak üzere hepsinin yalanlarına. Çok uzatmadım mevzuyu. Normale dönmemiz yine de epey sürdü tabii. Normal-miş gibi olmaya demeli aslında. Hepsi bu kadarla kalsa hiçbir zaman ilk günkü haline dönemese de atlatabilirdik bu vartayı gibi geliyor yine de. Kocamın ahlaksızlıkları kalmadı bu kadarla tabii ki, katlanarak devam etti.

4 Mart 2015 Çarşamba

En mutlu an

Hiç unutamadığım bir anı. Evlendiğimize yaklaşık bir yıl olmuş. Bir yıl da cicim aylarından sayılabilir tabii ki de ancak ilk birkaç ay gibi de değildir doğal olarak. Ben her zaman olduğu gibi "Beni seviyor mu?" endişelerine gark olmuş haldeyim. Birkaç gündür belli belirsiz bir soğukluk var aramızda. Ciddi bir şey yok. Belki de sadece yorgunluktan. Ama o soğukluk benim canımı acıtmaya yetiyor. Gece gündüz düşünüp üzülüyorum. Sonra bir gece uykunun en derin anlarında, sırt sırta yatarken, birden ikimiz de aynı anda birbirimize dönüyoruz ve yarı uyur yarı uyanık birbirimize sımsıkı sarılıyoruz. Sevgi sarılması, cinsellikle ilgisi yok. Biliyor insan bunu, hissediyor. Evet diyorum evet, Allah'ım sana binlerce şükür. Beni gerçekten seviyor. Çok doğal, çok kendiliğinden, çok içten gelen bir hal o anda yaşadığımız çünkü. Günlerce o anı düşünüp, kendi kendime sırıtırken yakalıyorum kendimi. Yıllar geçiyor, hala, evliliğimin en mutlu anlarından biri olarak kalıyor hafızamda.

3 Mart 2015 Salı

Cicim ayları

Geçen yazıda bahsettiklerimi saymazsak evliliğimizin ilk ayları harikaydı. Bana bir çiçek gibi davranıyordu kocam. Prenses gibi. Beni sevdiğini hissediyordum. Ben de onu deliler gibi seviyordum. "Evcilik oynamak gibidir şimdi sizin evliliğiniz" demişti anneannem. Haklıydı. 

Yalnız bende bir özgüven eksikliği vardı da o muydu sebebi bilmiyorum, onca sevgi gösterisine rağmen, hep kalbimin bir köşesinde bir şüphe vardı? "Acaba beni gerçekten seviyor mu?", "Acaba beni hala ilk günlerdeki gibi seviyor mu?" vs. vs. Her yeni sevgi gösterisiyle biraz yatışır, ferahlar ama kısa bir süre sonra yine aynı kurtların beynimi kemirdiğini hissederdim. Tabii, bir yandan da adamın beynini yerdim yukardaki sorularla. Ne oldu tabii, zamanla kabak tadı verdi. Haklıydı. 

Kaprislerim, huysuzluklarım vardı bir de. Daha önce hiçbir ilişkim olmamasına bağlıyorum şimdi düşününce bunu. Cilve, naz nasıl yapılır bilmiyordum ki. Huysuzlukla yapılır sanıyordum. Aylarca ses etmeden çekti tüm o hallerimi. Ama ne oldu tabii, zamanla kabak tadı verdi. Haklıydı.

Evlendiğimizden birkaç ay sonra ilk kez bir akşam beni evde yalnız bırakıp arkadaşlarıyla buluşmaya gitti. Bana ayrıntılarıyla anlattı, nereye, kimlerle gideceğini. Gitmek istemediğini ama gitmezse çok ayıp olacağını söyledi. Elimden geldiğince çabuk gelirim dedi. Ve tahmin edin ben ne yaptım? O gelene kadar acaba bir kadınla mı buluştu diye acıdan kıvranarak pencere önünde yolunu gözledim. Şimdi düşünüyorum da, ruh hastası gibi davranmışım. Ama bu davranışımın sebebini de bağlayabileceğim yerler var. Babamın annemi aldatmış olması mesela. Mesela o orospunun bizim evi arayıp söylediği, "annene söyle babanın yakasından düşsün, baban aylardır benimle birlikte" mesajına, tesadüfen o sırada telefonu benim açmamdan dolayı doğrudan muhatap olmam. Mesela önceki yazıda anlattığım, her yerden fışkıran aşk fotoğrafları ve mektuplarından mütevellit geçmişin hayaletlerine duyduğum kıskançlık tohumlarının yavaş yavaş içimde boy atıp serpilmesi.

T. çok geç olmadan geldi o gece. Hiç belli etmedim o gelene kadar kafamın içinde fırdolanan yılanları. Anlattı uzun uzun gecesinin nasıl geçtiğini. Tabii ki gayet masumdu benim sevgili kocam. Ama geçen 11 yıla rağmen her ayrıntısını hatırladığıma göre o gecenin, onca yıldır yaşadığım kabus gecelerin birincisi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. O ilk gece ben haksızdım belki ama haklı olduğum yüzlerce gece olacaktı daha.

2 Mart 2015 Pazartesi

İlk kıskançlıklar

Ne çok şey anlatmak istiyorum, ne az yazabiliyorum. Kimi zaman ortam müsait olmuyor, kimi zamansa ruh halim. Ancak yazarsam rahatlayabileceğim anlar olduğu gibi, yazmanın, hatırlamanın canımı daha çok acıtacağını hissettiğim anlar da oluyor.

Böyle yazınca hep kötü şeyler yaşamışım da onları hatırlamak beni üzüyormuş gibi oldu. Değil aslında. Çok acı çektiğim günler olduğu gibi çok mutlu olduğum günler de çoktu evliliğimde. Belki o yüzden bu aşamada bunca acı çekişim. Her zaman, hep kötü olsaydık, güle oynaya boşanırdım belki, kimbilir. Ama o güzel anılar yok mu? İşte onlar, bir daha onlardan yaşayamayacağını bilmenin acısı fena çörekleniyor insanın üstüne.

Konuyu dağıtmak istemiyorum aslında. Kronolojik olarak bugüne nasıl geldiğimizi anlatıp bitirmeliyim önce. Ardından şimdiki zamanla ilgili çok, pek çok şey yazmalıyım.

İlk evlendiğimiz zamanlarda, T.nin annesinin evinden getirdiği koli koli kitapları yavaş yavaş yerleştirme işini üzerime almıştım. Kitapların içinden çıkan eski aşklarının fotoğrafları, notlar, mektuplar, eski nişanlısıyla olan nişan fotoğrafları, bu kitap yerleştirme işini benim için kabusa çevirmiş, daha bir iki aylık evliyken kıskançlığın esaretine girme sebebim olmuşlardı. Bulduklarımdan hiç bahsetmedim T. ye. Ta üniversite zamanlarından kalmış, kitap sayfaları arasında unutulmuş şeyler için hem huzurumuzu bozmayacak, hem de o anılarını aklına düşürüp adamın aklını bulandırmayacak kadar mantığım çalışıyordu o günlerde. Yırtıp yırtıp atıyordum hepsini. Ama o kadar çoktular ki. Aşk konusunda gayet aktif bir kocaya sahip olduğumu anlamıştım böylece. Onun hiçbir şeyden haberi olmamıştı ama benim içime koca koca mutsuzluk tohumları atılmıştı bile. Filizleneceği günler de gelecekti.

14 Şubat 2015 Cumartesi

Lanet olsun sevgililer gününe

Hiçbir sevgililer günü benim için unutulmaz olmamıştı. Daha doğrusu  sevgililer günü diye bir şey olmadı bizim hayatımızda. Ne bir kutlama, ne ufacık bir hediye... Hiçbiri. Beklemez miydim? Beklerdim. Üzülmez miydim? Üzülürdüm. Ama hiçbir sevgililer günü bu kadar acı çekmemiştim herhalde.

Sabah çıktı evden.Zaten boşanma kararımızdan beri birbirimize herhangi bir açıklama yapmıyoruz gittiğimiz geldiğimiz yerler hakkında. O yüzden bana bir şey söylemesini beklemiyordum.3 saat sonra falan geldi. Genelde aramız iyiyse bana, aramız kötüyse Z.ye birkaç kelime bahseder gittiği yer hakkında. En azından sözleri bir ipucu olur dışardayken ne yaptığı hakkında. Bahsedebiliyorsa gizlemesi gereken bir yere gitmemiştir nasıl olsa diye düşünür insan. Bu sefer tek kelime etmedi ne Z.ye ne bana. Götürdüğü, getirdiği bir şey de yok ki ordan fikir edinelim. Sevgilisine hediye almaya gitmiştir oldu aklıma gelen. Neyse.

İkindi gibi tekrar çıktı. Bu sefer şıkşıkırdım giyinip, parfümlere bulanarak. Akşam geç mi geleceksin baba dedi, Z. Çok geç geleceğim dedi. Genelde her Cumartesi gece geç gelir zaten. Arkadaşlarıyla canlı müzik yapmaya gider Cumartesileri yıllardır. Ama bu sefer baktım gitar evde. Demek ki müziğe gitmiyor. Nereye o halde? Samimi, sık sık görüştüğü arkadaşlarının da hepsi müzisyen ve hepsi Cumartesi geceleri bir yerlerde çalıyor, hele ki sevgililer günü, çalmama ihtimalleri sıfır. Saat sekiz gibi Z. ye babanı bir arasana dedim. (Tutamıyorum kendimi, niye, niye?) O da bugün ilk kez görüntülü arama olayını keşfetmişti. Hem de görüntülü ararsın dedim. Hemen bir heyecanla aldı eline telefonu yavrum, aradı. Hoparlörü de aç dedim.(Ah ben ah!) Telefonu açtı bizimki, efendim dedi, ama bir donukluk, bir tutukluk var halinde, o "efendim"deki ses tonundan bile anlıyorum. Z. heyecanlı heyecanlı konuştu bir kaç cümle, görüntülü arıyorum baba, dedi. Bizimki kapattı telefonu. Ne gördün dedim. Önce babamı gördüm, sonra hemen kamerayı çevirdi, sonra da kapattı zaten dedi. Biraz sonra bir daha arattım. Bu sefer telefonun kapağını hiç açmadan konuştu, arama beni bir daha diye ufak yollu da fırça attı. Son anda cafede misin baba diye sordu çocuk, he he cafedeyim dedi, şak kapattı telefonu. Gitar evde, kendi cafede??? Yalan söylemek ne kolaymış.

İşte böyle. İçim kapkara bugün. Yanlışlıkla açık pencereden bir eve girmiş ve bir türlü çıkış yolunu bulamayıp kafasını bir o cama, bir şu duvara çarpıp duran bir kuş gibi hissediyorum kendimi. Deli gibiyim. Ne yapacağımı bilemez halde. Evde hiçbir şey olmamış gibi oturup televizyon mu izleyeyim? Sevecen bir anne olup Z. yle oyun oynayarak mı vakit geçireyim? Kendimi yollara vurup, koca şehirde cadde cadde, sokak sokak arabasını mı arayayım? Artık gizlemeyi, saklamayı bırakıp annemlere gidip olan biteni mi anlatayım? Başımı secdeye koyup yana yakıla dua mı edeyim? Ne yapacağımı bilmiyorum. Ne yapsam rahatlayamıyorum.

Görüştüğü biri olduğunu bilmiyor muydum? Biliyordum. E, sevgililer günü kutlamaları niye bunca yıktı beni? İyi de ne yapayım yani, açıp telefonu mutluluklar mı dileyeyim? Allah tamamına erdirsin diye dua mı edeyim? Hala benle nikahlıyken bunca rahat oluşu mu beni bu kadar inciten? Yoksa boşandıktan sonra da aynı şekilde acı çekmeye devam mı ederim? Ya boşandıktan sonra? Yeni bir evlilik yaptığında neler hissederim? Umursamayabilecek miyim? Pişman mı olacağım. Kahrolursam ya? Bu geceyi sevgilisiyle kutlamasının bana bu kadar acı vermesinin sebebi, içimde hala bu evliliğin devam edeceğine, bir gün her şeyin yoluna gireceğine dair umut kırıntıları taşıdığımı mı gösteriyor? Onun için mi oturdu göğsüme kocaman bir yumruk? Fenayım işte, çok fena. Kafamda binbir soru var. Ama tekinin bile cevabı yok. Ve kalbim çok kırık. 

31 Ocak 2015 Cumartesi

İlk tartışmalar

Hislerim çok yoğun. Her şeyi birden anlatmak istiyorum. Ama önceki kararıma uyup sırayla gitmem gerek. Kendi görüşümü berraklaştırıyor bu yol. Gerçi hemen hemen her an zaten bu konuyu düşünüyorum. Binlerce kez aklımdan geçenleri yazıya dökmekten başka bir şey değil yaptığım. Ama yine de yazarken kendimle ilgili keşifler yaptığımı farkediyorum.

Tanışmamızı anlatmıştım en son. Tanıştıktan altı ay sonra, alelacele denebilecek bir sürede evlendik. Babam vesilesiyle. O kadar tutucu bir insandır ki kız erkek ilişkisi mevzularında. Bırak flört dönemlerini, nişanlıyken bile rahat rahat buluşamadık. Asla ama asla gece dışarı çıkamadık başbaşa. Hatta uzun uzun telefonla konuşmamız bile yasaktı. Gizli gizli buluştuk, konuştuk çoğunlukla. 3-5 seferi geçmez babamın haberi olarak çıkmamız. Onlarda da zaten eve geldiğimde bir karış suratla karşılardı babam beni. Kötü bir şey yapıyordum sanki. Nişan günü bile nemrut nemrut gezdi durdu ortada. Bize de alelacele evlenip bu cendereden kurtulmaktan başka çare kalmadı. Ama T. babamın o yaptıklarını hiçbir zaman unutmadı. Evlendikten sonra da, sözleriyle hiçbir saygısızlık yapmadı ama babama karşı hep soğuk, mesafeli oldu. Hiçbir zaman aileme bir evlatmış gibi davranmaya teşebbüs dahi etmedi. Bir kere anne-baba demedi onlara. Sizli bizli konuşmalar, bize 10 dakikalık mesafede oturmalarına rağmen senede 10 seferi bulmayan ziyaretler... Halbuki annem de babam da her zaman el üstünde tuttular onu, evlerine gittiği zaman en ağır misafir gelmiş gibi karşıladılar. Hiçbir gün hiçbir zahmet, sıkıntı vermediler ona. Ama onlar da T. nin koyduğu mesafenin tabii ki farkında oldular, zamanla tavırları değişmese de, içlerindeki sevgi söndü gitti.

Evlendikten sonra T. nin başıma ilk kaktığı şey babamın evlenmeden önceki o kısıtlayıcı tavırları oldu. Bunu bahane edip evde sorun çıkarmaya utanmadı. Halbuki benim ne suçum vardı? Ben memnun muydum babamın o hallerinden? Tamam memnun olmadığımı anlıyordu, ancak yine de her fırsatta bu konuyu gündeme getirmeye devam ediyordu. Ne yapmalıydım? Babamı red mi etmeliydim? Kendiyle bir olup babama saldırıya mı geçmeliydim? Olmuş bitmişti artık. Yapacak bir şey yoktu. Üstelik babamın bunu kötü bir niyetle yapmadığını, kendince kızını korumaya çalıştığını, kendi bu tarzı tasvip etmese de, yaşadığımız şehrin normlarına göre bunun çok da garipsenecek bir durum olmadığını anlayabilirdi. İlk tartışma konumuz buydu. Devamı daha çok vardı.

Gitmek mi zor kalmak mı zor?

5 gündür yoktum evde, oğlumu alıp tatile gittim.Uzaktayken sanki her şey yoluna girmiş gibi bir rahatlık hali vardı üstümde. Dönüp eve gelince aslında hiç de öyle olmadığı kafama dank etti. Bugün sabah geldim ve sabahtan beri kalbim sıkışıyor. Ne olmasını bekliyordum ki? Ben gidecektim ve birisi gelip bu evde benim için tüm sorunları çözmüş mü olacaktı? Hem sorunların çözümü dediğin nedir ki? Şöyle şöyle olunca rahatlayacağım diye bir seçenek yok benim için. Alternatif çözümler: 

1) Kocamla aramın düzelmesi - Hafızam silinmedikten sonra şu an için aramızın düzelmiş olması neyi halleder?
2) Kocamdan resmen ayrılıp yeni bir hayata başlamam - Bir sürü maddi zorluk, artık resmen "boşanmış kadın" etiketiyle sürdürülecek bir yaşam ve belki de ömür boyu sürecek yalnızlık.

Demek ki neymiş? İki ucu boklu değnek.

Ama şu an için yapabileceğim en iyi şey yazmak. Çünkü konuşacak kimsem yok. Sebebini anlatacağım. Bir şekilde bir şeyler dışarı çıkmalı beynimden. İnfilak edebilirim yoksa.